İlk okul üçüncü sınıfa kadar köy okuluna gittim. Çocukluğumun en zor dönemleridir o yıllar. Gerçi her dönemin kendine göre zorlukları vardı mutlaka ama bizim o dönem yaşadığımız zorluklar bizim yaştaki..
İlk okul üçüncü sınıfa kadar köy okuluna gittim.
Çocukluğumun en zor dönemleridir o yıllar. Gerçi her dönemin kendine göre zorlukları vardı mutlaka ama bizim o dönem yaşadığımız zorluklar bizim yaştaki çocukların boyunu bir hayli aşıyordu.
Okul ile bizim evin arası üç kilometre civarı idi. O üç kilometre yürüyerek okula gitmek ömrümün en uzun yolu idi. O zamanlar kar yağınca bir metreye yakın yükselirdi ve haftalarca kalırdı. Okulda soba vardı, okul müdürü her öğrenciye, her sabah odun getirme zorunluluğu koymuştu. Sırtımızda çanta elimizde bir veya iki odun, üç kilometre yolu giderdik. Okula vardığımızda soğuktan ellerimiz kilitlenmiş olurdu.
Sınıf öğretmeni bu durumu bildiği için sobanın üzerine su koyar, ılıklaşınca geniş bir leğene dökerdi. Sınıfa girer girmez ellerimizi önce ılık suya koyar, sonra sıraya oturturdu.
Okul dönüşü çok daha büyük sorundu.
Günümüzde akran zorbalığı diye tabir edilen durumun en acısını biz yaşadık. Çocuk yaşta, bizimle aynı sınıfta okuyan bazı öğrenciler eve dönüş yolunda gelir önümüzü keser bizi döver döver bırakırlardı. Tabi teker teker gelmezlerdi, çakal sürüsü gibi etrafımızı sararlar çoğu kez yaşça hayli büyük abileri ile gelirlerdi.
Aslında şöyle bir durum vardı; bizim evin olduğu yere en yakın okul komşu köyde bulunuyordu. Komşu köy çocukları okulu kendi malları gibi görürler yabancı köylerden kimsenin gelmesini istemezlerdi. Özellikle bizleri istemiyorlardı. Adeta aramızda aile büyüklerine yansıyan gizli bir husumet de oluşmuştu ama kimsenin yapabileceği bir şey de yoktu. Çoğu kez durumu okul müdürüne söylediğimiz halde okul müdürü bile soruna çözüm üretememişti. Sorun kronikti, bana yapılan, benden büyük olan ağabeyime de yapılmıştı, hatta daha büyüklerimiz olan amca çocuklarına dahi yapılmıştı.
Yani kaç nesildir okulun içinde bulunduğu köyün çocukları bizim köyden gidenlere okul hayatını zindan ediyorlardı.
Tabi bunca zorluğun yanında güzel hatıralarımız da vardı. Bizimle aynı dönemde okula gelen arkadaşlarımız var mesela. Mustafa, Doğan, Nurettin, Murat, Kamil, Sıddık, Enver, Alaattin, Selahattin, Haydar, aynı köyde komşu ve akraba çocuklarıyız. Okul yolunda hayli kalabalık olurduk. Okul dönüşü, yol üzerinde okulun bulunduğu köyün elektrik direklerinin yanından geçerken, direkleri taşlardık; ki zaten önümüzü kesmeye gelen çocuklar genelde o mevkide beklerlerdi.
Onların önümüzü kesmeye gelmedikleri günlerde biz o direkleri, özellikle direklerin üzerine konul kablo bağlantılarını sağlayan porselen elemanları kırmaya çalışırdık. Belki elektrik tellerine zarar verir köye elektrik gitmesini engellerdik. Bir keresinde elime güzel bir taş aldım, iyice gerildim, direğin tepesine nişan aldım, var gücümle taşı fırlattım, taaakkk…
O esnada yerden taş almak için eğilen Mustafa ayağa kalkmış, benim fırlattığım taş bir metre mesafeden Mustafa’nın şakağına denk gelmişti. Mustafa dakikalarca şakağını tutmuş, gözleri dolmuş, tek kelime konuşamamıştı.
İlk baharın sonlarına doğru, okulun da bitimine yakın Mustafa’nın eline bir küçük çizgi roman kitap geçmişti. Okula giderken ve okuldan dönerken Mustafa kitabı eline alır oradan komik bölümler okurdu, gülerdik. Okuduğu şeyler komik miydi?
Pek hatırlamıyorum ama Mustafa onu komediye çevirerek okurdu ona gülerdik. Hafızam beni yanıltmıyorsa Edir ile Bedir’in masallardı kitabın adı.
Eğer hatırlıyorsa eminim Mustafa bu yazının yorumuna yazacaktır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Edir ile Bedir’i hatırlamıyorum ama o taşı unutmadım, tam elimi havaya kaldırdım ki benim gibi birine kim cesaret eder taş atar diye yapana bir osmanlı tokadı atayım birde baktım Erkan, bilerek atmadım gibisinden üzgün bir şekilde bana bakıyor, tabi kendisini sevdiğimden anladım ki bilerek yapmamıştı ama onun yerine başkası olsaydı işin rengi değişirdi :)))